Ortalama 60-70 yıl sürdüğünü varsaydığımız insan ömründeki değişimlerin başlangıç ya da bitişlerini bile tam olarak belirleyebilmek olanaklı değil. Yaşamdaki belki de en kesin değişimler olan doğum ve ölüm arasında kalan süreçte, büyümek, gelişmek, âşık olmak, okumayı öğrenmek, yaşlanmak ... gibi onlarca, yüzlerce değişim yaşıyor ve bütün bu değişimlerin kesin başlangıçlarını da bitişlerini de tam olarak bilemiyoruz. Gün gelip okuyup yazabildiğimizi algılıyor ya da belgelendiriyoruz ama bu değişimin öncesindeki süreci hesaplamak da gerekiyor. Çocukların, gençlerin, önce "ağabey", sonra "amca", sonra da "dede" diye ilk kez seslenmelerini duyup şaşırıyor ve anlıyoruz ki büyüyor, yaşlanıyoruz. Ama biliyoruz ki bir günden bir güne ağabey, amca ya da dede olmak olanaklı değil, hepsi doğal bir sürecin, doğal sonuçları.
Benzer açılardan toplumların yaşamına baktığımızda karşılaşacağımız manzara da üç aşağı beş yukarı aynı. İnsan dediğimiz ağaçlardan oluşan toplum adını verdiğimiz orman da sürekli -kimi zaman ismi lazım olmayan kimi ülkelerde mehter adımlarıyla da olsa- gelişme içerisinde. Bu anlamda, insan ömründe bile belirlemekte zorlandığımız gelişmelerin toplum yaşamındaki başlangıç ve bitişlerini saptamak hiç de kolay değil. Ne ki bizlere okutulan tarih kitaplarındaki başlıkları kapsam dışında bırakmak gerekiyor. Çünkü o kitaplardaki gelişmeler -örneğin savaşlar- bir insanın bir diğerini öldürmesiyle başlayıp, masa başında atılan imzalarla sona erebiliyor. Dünyayı sadece bu tarihlerden okuyup öğrenenlerin çanına ot tıkamak da, bizzat yaşamın pratiğine düşüyor.
Son on yılın müzik tartışmalarının önde gelen başlıklarından biri de "Türkü Yakmak Geleneği Bitiyor mu" biçiminde. İşte bu başlığı, şimdiye dek yazdıklarımızın ışığında değerlendirmek doğru olur diye düşünüyorum. Kentte doğup büyümüş, kent kültürüyle haşır neşir olmuş ama türküler de bestelemiş biri olarak da kendimi pek haklı görüyorum :)
Bir kaç on yıl sonra, türkü yakmak eyleminin adı anılmayacak belki ama, "türkü yakmak" eylemi asla sona ermeyecek. Türkü yakma eyleminin adı gibi, yakılan türkülerin ad ve biçimleri de (türkü yakanlar, türkü yakanların yaşadığı koşullar ne kadar değişirse o kadar) değişecek. Çünkü türkü yakmak, Anadolu insanının geleneksel "arz-ı hal" etme biçimidir. Anadolu insanı, şiirin müzikle hemhal olduğu "türkü"ye yüklediği kutsal anlamdan asla vazgeçmeyecektir.
Daha düne dek "Âşıklama" dediğimiz şeyler giderek "Türkü Formunda Beste"lere, "Anadolu Rock"... gibi çalışmalara dönüşmüştür, çünkü Anadolu insanının gereksinmeleri, yaşam biçimi... de o ölçüde değişmiş, dönüşmüştür.
Türkünün evvelinde nasıl ki doğaçlama söyleyen ozanlardan, Aşık Veysel gibi, Mahzuni gibi yazıp çizen ve besteleyen ozanlara doğru bir gelişim/dönüşüm vardır, ahirinde de türkü kadar seveceğimiz yaşamımızdan eksik etmeyeceğimiz şeyler mutlaka olacaktır.